Türkiye'nin En Kaliteli ve En Büyük Forumu

İstiklâl Marşı ( Analiz ) C24b1de9

Anlayışınız İçin Teşekkür Eder.. İyi Forumlar Dileriz


Join the forum, it's quick and easy

Türkiye'nin En Kaliteli ve En Büyük Forumu

İstiklâl Marşı ( Analiz ) C24b1de9

Anlayışınız İçin Teşekkür Eder.. İyi Forumlar Dileriz

Türkiye'nin En Kaliteli ve En Büyük Forumu

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Türkiye'nin En Kaliteli ve En Büyük Forumu

Türkiye'nin En Kaliteli ve En Büyük Forumu


    İstiklâl Marşı ( Analiz )

    SürgüNLiDer
    SürgüNLiDer
    Yönetici
    Yönetici


    Uyarı Seviyesi :
    İstiklâl Marşı ( Analiz ) Left_bar_bleue0 / 50 / 5İstiklâl Marşı ( Analiz ) Right_bar_bleue

    Mesaj Sayısı : 235
    Tecrübe Puanı : 22777
    Rep Puanı : 0
    Doğum tarihi : 17/02/88
    Kayıt tarihi : 27/03/12
    Yaş : 36
    Nerden : Türkiye

    İstiklâl Marşı ( Analiz ) Empty İstiklâl Marşı ( Analiz )

    Mesaj tarafından SürgüNLiDer Paz Nis. 15, 2012 7:35 am

    İstiklâl Marşı Niçin Yazıldı?

    Trablusgarp,
    Balkan, Çanakkale, Yemen ve Millî Mücadele... Bire dörtle, bire on
    arasında ve amansız bir döğüş...Dünyanın en güçlü devletleri üstümüze
    çullanmış...Anadolu insanı masum bir ceylan... Mehmetcik ise sanki can
    pazarında; cepheler ölüme koşu beldesi olmuş. Her Mehmet göğsünü serhat,
    yüreğini kalkan yapmış. Ama nereye kadar? Tarihin kanlı seyrine can
    borcumuzu, kan borcumuzu ödemişiz.

    İnsanın da bir tahammül gücü var. Zor'u başarır, olağanüstüyü yaparsınız
    belki ama sürekli değil. İşte söylemesi dilimize zor gelse de vakıa
    artık bir yılgınlık başlamıştır. Bu yılgınlığın, tıpkı közün üstünden
    külün üflenip savrulduğu gibi atılması gerekmektedir.Yeniden bir
    kendimize geliş şarttır. İnsanları heyecanlandıracak, gönülleri
    coşturacak; gözlerde damla damla yaşlar sıralayacak bir manevi
    atmosferin oluşturulması zaruridir. Körükle basılan havanın demiri
    erittiği gibi, insanımızı "vatan, millet, bayrak, sancak istiklâl
    sevdası" gibi kutlu bir amaçta birleştirip, yüce bir potanın içerisinde
    tek yürek, tek beden olmuşçasına dirilten millî bir inkılâba ihtiyaç
    vardır.

    O zaman insanlar cephelerde yeniden ayyuka kalkar; herkes erkek kadın kız-kızan evlerinden düşmanla kavga için tekrar koşarlar.

    Bunu da ancak şiirin enfüsî, kelimelerin hikmet yüklü sıralanışıyla yapabilirdiniz.

    İşte İstiklâl Marşı bu amaçla yazdırılmak istenmiş ve yarışma açılmıştır.


    Yarışma Açılıyor

    İşte
    o günlerde, "Genel Kurmay Başkanlığının" isteği üzerine, Millî Eğitim
    Bakanlığı 7 Kasım 1920'de gazetelere verdiği bir ilanla "İstiklâl Marşı
    için müsabaka açıldığını, güfte ve beste için 500'er lira mükafat
    konulduğunu bildirdi"

    Yarışmaya katılan şiirler memleketin dört bir yanından gelmeye başlamış, beşyüzü aşmıştı.

    H. Basri ÇANTAY şöyle devam ediyor:

    Bu marşın M. Âkif tarafından yazılmasını kendisine söylediğim zaman O:

    – Ben ne yarışmaya girerim, ne de ödül alırım,cevabını vermişti.

    Ricalarımı tekrar ettikçe:

    – Bırak yazsınlar. Bu yaştan sonra yarışa mı çıkacağım. Ayıp değil mi ? diyordu.

    Bir gün Meclis'te H.Suphi Tanrıöver (Maarif Bakanı), beni gördü. Dedi ki:

    – Şimdiye kadar yarışmaya 500' den fazla şiir geldi(M. Akif'in yazdığı
    dahil toplam 725). Gelen şiirlerin hiç birisini beğenmedim; İstiklâl
    Marşı'nı yazması için, Üstad'ı ikna edemez misin? diye sordu.

    – Âkif Bey müsabaka şeklini ve ikramiyeyi kabul etmiyor. Eğer buna bir çare ve şekil bulursanız yazdırmaya çalışırım. Düşündü:

    – Dur, dedi; ben kendisine bir tezkire yazayım. Arzusuna tabi olacağımızı bildireyim. Fakat bunu kendisine siz veriniz

    Bundan sonraki gelişmeler ise şöyle oldu:

    Meclis'te Âkif'le yanyana oturuyoruz. Çantamdan bir kağıt parçası
    çıkarıp ciddi ve düşünceli bir tavırla sıranın üstüne kapandım.

    – Neye düşünüyorsun Basri?

    – Mani olma işim var!

    – Peki, bir şey mi yazacaksın?

    – Evet.

    – Ben mani olacaksam kalkayım.

    – Hayır! Hiç olmazsa ilhamından ruhuma bir şey sıçrar.

    – Anlamadım.

    – Şiir yazacağım da...

    – Ne şiiri?

    – Ne şiiri olacak, İstiklâl şiiri. Artık onu yazmak bize düştü!

    – Gelen şiirler ne olmuş?

    – Beğenilmemiş.

    – (Üzüntüyle) Ya!?

    – Üstad bu marşı biz yazacağız.

    – Yazalım ama şartları berbat!

    – Hayır şartları filan yok. Siz yazarsanız müsabaka şekli kalkacak.

    – Olmaz, kaldırılamaz, ilan edildi.

    – Canım Vekâlet buna bir şekil bulacak. Sizin Marşı'nız yine Meclis'te kabul edilecek. Güneş varken yıldızı kim arar?

    – Peki bir de ikramiye vardı.

    – Tabi alacaksınız!

    – Vallahi almam!

    – Yahu latife ediyorum. Onu da bir hayır kurumuna veririz. Siz bunları düşünmeyin.

    – Vekalet kabul edecek mi ya?

    – Ben H. Suphi Beyle görüştüm. Mutabık kaldık. Hatta sizin namınıza söz bile verdim!

    – Söz mü verdiniz, söz mü verdiniz?

    – Evet!

    – Peki ne yapacağız?

    – Yazacağız!

    (Buradaki yazacağız sözünden muradın, Âkif'e ithafen "Yazmalısın!" manasında söylendiği gayet açıktır)

    Tekrar tekrar "söz verdin mi?" diye sorduktan ve benden aynı kati
    cevapları aldıktan sonra, elimdeki kağıda sarıldı. Kalemini eline aldı.
    Benim daldığım yapma hayale şimdi o gerçekten dalmıştı.

    Aradan bir iki gün geçti. Sabahleyin erken Üstad bizim evde. Marşı yazmış, bitirmiş.

    Mehmet Âkif neden yarışmaya katılmadı ?



    İstiklâl Marşı ( Analiz ) Evi


    Mehmet Akif'in Evi


    Mehmet Âkif, o sırada Burdur Mebusu olarak Millet Meclisi'nde bulunmasına rağmen, bu müsabakaya acaba neden katılmamıştı?

    Bunun iki sebebi vardı zannederim. Gerçi her iki sebep de müsabaka ile
    ilgilidir. Birincisi, şiirin karşılığında verileceği bildirilen mükâfaat
    idi. Âkif böyle millî bir vazife için para alınmasını doğru bulmuyor,
    hele kendisine hiç yakıştıramıyordu. Üstelik ne kadar halisane
    duygularla katılırsa katılsın, yarışmaya para için katılmış şüphesini
    daima üzerinde hissedecekti. Ona çok ağır gelen böyle bir baskının
    altında, tavizsiz ve mert gönlünün duygularını gereği gibi kağıda
    dökebilmesi mümkün değildi.

    İkincisi ise, Mehmet Âkif, artık umuma ilan edilen ve her önüne gelenin
    iştirak edeceği, biraz çocukça gibi görünen bir yarışmaya çağrılacak
    adam değildi. Âkif, o zamana kadar, Safahat'ın 7600 mısra tutan ilk beş
    kitabını yayınlamış ve bu şiirleriyle büyük bir millî şair olduğunu
    ispatlamış durumda bulunuyordu. Kendisinin bu yüksek mevkii, edebiyat
    üstadı Recaizade Mahmut Ekrem tarafından, daha Balkan Harbi sırasında
    açıklanmış ve Üstad Ekrem, Âkif'e Memleketin bir Millî destana ihtiyacı
    vardır. Onu ancak siz yazabilirsiniz Âkif Bey diyerek, kendisini
    tanıyanlar için çok mühim bir istekte bulunmuştu. Şimdi bu seviyede olan
    bir büyük şairin, adeta çoluk çocuk denilebilecek yüzlerce heveskarla
    birlikte yarışa çağrılması, elbette uygun birşey değildi.

    Maarif Vekâleti müsabaka için bir heyet seçmişti. Doktor Şair Hüseyin
    Suat, Bursa Mebusu Şair Muhittin Baha, onlar bu heyette bulunacaklardı.
    Ancak onlar da birer istiklâl marşı yazıp vermişlerdi. Sonradan Âkif'in
    marş yazacağını duyunca ikisi de şiirlerini geri aldılar ve heyete
    girdiler.

    Âkif'in İstiklâl Marşı şiiri ilk defa 17 Şubat 1337(1921) tarihinde,
    Ankarada Sebilü'r-Reşad dergisi'nde yayınlandı. Bu ilk yayınında beşinci
    kıtasındaki "uğratma" kelimesi "bastırma" şeklinde iken, sonradan M.
    Âkif Bey tarafından "uğratma" şeklinde değiştirilmiştir.

    Bunun dışında İstiklâl Marşı'mızın ilk metni ile sonrakiler arasında hiç bir fark yoktur.

    Nihayet Marş Büyük Millet Meclisi'nde. M. Âkif de sırasında.

    H. Suphi Bey, kürsüde İstiklâl Marşı'nı okudu.

    Meclis alkış tufanları arasında çalkalanıyordu. O gün, görüşmelerle
    geçti. Marşın esas kabulü 12 Mart 1337 tarihinin ikinci celsesinde oldu.


    Ne kadar ibretli bir durum ki İstiklâl Marşı şairi tevazuundan kendi
    Marşı'nı kürsüden okumuyor. Bu görevi H. Suphi Bey yerine getiriyor.

    Yine ne kadar ibretli bir durumdur ki, M. Âkif'in şiiri, Millî Marş
    olarak kabul edilirken şairi, sıkılarak salondan dışarı fırlamış, cümle
    kapısından çıkmış, hatta caddeyi boylamıştı. Konulan ödülü de almamış,
    çek'ini yoksul kadınlara ve çocuklara örgü işleri öğretmek üzere açılan
    "Daru'l-Mesai" adındaki iş yurduna bağışlamıştı.

    Sözün burasında şu hakikati belirtelim; O günlerde bir memur maaşı 7.5 liradır ve 10 lira zenginlik ölçüsü sayılmaktadır.

    Bir başka ibretli hâle bakın ki, Âkif ödül olarak verilen 500 lira gibi o
    gün için büyük bir değer taşıyan parayı almadığı günlerde, paltosu
    olmadığı için sokağa ya ödünç bir palto ile veyahutta ceketle çıkmak
    durumunda kalıyordu.





    Âkif,
    İstiklâl Marşı konusunda çok hassastı. Birkaç gazeteci, ölümünden kısa
    bir süre önce ziyaretine gittiler. Söz İstiklâl Marşı'ndan açıldı.

    İstiklâl Marşı denince Üstadın gözleri büyümüş ve parlamıştı. Hastabakıcının yardımıyla doğruldu, anlatmaya başladı:

    İstiklâl Marşı... O günler ne samimi, ne heyecanlı günlerdi! O şiir,
    milletin o günkü heyecanının bir ifadesidir. Binbir facia karşısında
    bunalan ruhların, ızdıraplar içinde halas dakikalarını beklediği bir
    zamanda yazılan o Marş, o günlerin kıymetli bir hatırasıdır. O şiir bir
    daha yazılamaz. Onu kimse yazamaz. Onu ben de yazamam. Onu yazmak için o
    günleri görmek, o günleri yaşamak lâzım. O şiir artık benim değildir.
    O, milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur.

    İstiklâl Marşı'mız, bizim âdeta tarihimizdir. Geleceğimizin bir aynası
    ve bütün milletimizin iman ve ahlakta son gayesi olan temel esasların
    bir özüdür.

    Büyük Âkif, milletinin ruhunu okumuş ve onu sanki taşa kazırcasına yazarak, bir anıt gibi gözler önüne dikmiştir.


    Edebi açıdan İstiklal Marşı

    İstiklâl Marşı 41 mısradır. Aruz vezninin Fe'ilâtün/ fe'ilâtün/ fe'ilâtün/ fe'ilün, kalıbıyla yazılmıştır.


    1- BİRİNCİ KIT'A

    Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen alsancak;
    Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
    O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
    O benimdir, o benim milletimindir ancak
    .


    1. Kıt'anın Manası:

    Ey Milletim ye'se düşme; Allah'tan ümidini kesme; Endişelenme. Batı
    ufkunun gurup haline bakarak hüzünlenme. Akşam ufkunun şafak kızıllığı
    sönebilir; bir alev, bir ateş gibi parlayan alsancağım milletimin son
    ferdi kalana kadar emin ve korkusuzca dalgalanacaktır; asla
    sönmeyecektir.

    Âkif, 3. ve 4. mısralarda, Türk Milletinin istiklâline sarsılmaz imanını
    korkunç gök gürültüleri gibi haykırıyor. Bayrağın semalarda
    dalgalanışını Türk milletinin varlığı, kaderi ve talihiyle aynı görüyor.
    Bir imanı, bir hükmü haykırıyor: Milletimiz var oldukça, Bayrağımız
    göklerde nazlı nazlı dalgalanmaya devam edecektir.

    2- İKİNCİ KIT'A


    Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!
    Kahraman ırkıma bir gül...Ne bu şiddet, bu celâl?
    Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal;
    Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl.


    2. Kıt'anın Manası

    M.Âkif, İstiklâl Marşı'nın tamamında inanmış adam, vefalı insan
    görüntüsünden asla taviz vermemiştir. Bu inanmışlık ve samimiyet
    içerisinde bir canlıya seslenir gibi Bayrağa seslenir.

    Ey benim güzel Bayrağım, ey benim hilal kaşlım! Öyle dargın gibi
    kaşlarını çatma. Senin kaşlarını çatman, bu Milleti derinden yaralar,
    üzer. Hem niçin bize kızmış gibi bakıyorsun?

    Senin Millete güleryüz göstermen hayat verir, canlılık, dirilik verir. Bu Millet buna layıktır.

    Benim kahraman milletim hürriyet uğruna oluk oluk kan döktü. Gerekirse
    bundan sonra da döker. Hem benim Milletim Bayrağına renk olarak sadece
    al kanının rengini uygun görmüştür. Milletimin uğruna baş koyduğu, can
    verdiği, İstiklâl simgesi olan Bayrak Milletime gülmezse, Millet de
    kanını helal etmeyecektir. Bu fedakarlığa karşılık senden sadece
    güleryüz bekliyoruz.

    İstiklâl ve bağımsızlık, Allah'tan başka mabut tanımayan Milletimin Hakkıdır. Bundan asla şüphe edilemez.


    ***

    Şubat 1921. Taceddin Dergahı'nda merdivenden çıkınca hemen sol taraftaki
    küçük odada, rafta idare (küçük gaz lambası) yanmakta; yer yatağında
    yatmakta olan Mehmet Âkif uyanmış, kağıt arıyor. Yok. Eline geçirdiği
    kurşun kalemle yer yatağının sağındaki duvara dönmüş; pınar gibi ilham
    fışkıran imanlı bağrından çıkan, Türk'ün tarihini ve ebedi geleceğini
    bir mısrada anlatan kıt'ayı yazıyor. Sabah namazı ezanına kalkan oda
    komşusu Hafız Bekir Efendi (Konya meb'usu) M. Âkif'i elindeki çakısı ile
    duvardaki (kağıda aldığı) kıt'ayı kazırken görüyor.


    3- ÜÇÜNCÜ KIT'A

    Şairin, Bayrağımıza yönelip, kurban olayım diye başlayan ikinci dörtlüğünden sonra, 3. kıt'ada bir meydan okuma görülüyor.

    Bu kıt'ada benzeyen de benzetilen de yapmacık değil, sade, samimi tabii ve doğaldır.

    Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
    Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
    Kükremiş sel gibiyim: Bendimi çiğner, aşarım;
    Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım
    .


    3. Kıt'anın Manası:

    Bu Millet tarihin her döneminde hür yaşamış, bundan sonra da hür
    yaşayacaktır. Bu Milleti esarete teşebbüs, çılgınlığın ta kendisidir.
    Böyle bir şeye tevessül edenin ahvaline şaşarım! Çünkü o bu hareketinden
    dolayı başına gelecekleri düşünemeyecek kadar çıldırmış biri yahut
    birileri olmalıdır.

    Kükremiş azgın suların hiç bir sed tanımadan önündeki engelleri çiğneyip
    aştığı gibi, ben de değil mahkum olmak; gerekirse dağları yırtar
    enginlere sığmam taşarım.

    Bir başka açıdan...

    Ben ezelden beridir hür yaşadım diyerek bir mısranın yarısına, san'at
    kudreti ile ikibin beşyüz senelik Türk tarihini sığdırıyor. "Hür
    yaşarım" diyerek Türk'ün hür yaşamak karakterini, azmini ve sonsuza
    kadar ebediyyen hür yaşayacağını; geleceğini haykırıyor. Böyle bir
    milleti esir etmeyi hayal edenlere şaşılır.

    3. Mısrada Türk'ün kuvveti, kudreti ve haşmeti vardır. Hürriyetine mani
    olan, sed çeken her şeyi ezecek bir sel gibidir. Zaten Orta Asya'dan
    Altay Dağları'ndan Tuna Boyları'na akan bir sel gibidir.

    4. Mısrada, tarihte dağ yırtmış olmanın kudretini, gururunu yani:
    Ergenekon Türklerini, Ergenekon Destanını hatırlatır. Ezcümle, tarihin
    ilk devirlerinden beri hür yaşayan Türk, ebediyen de hür yaşayacaktır.
    Buna mani olmak isteyenleri dağları yırtan kuvveti ile sel gibi ezer,
    aşar.

    ***

    4- DÖRDÜNCÜ KIT'A

    Garb'ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
    Benim îman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
    Ulusun, korkma! nasıl böyle bir imanı boğar;
    "Medeniyyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar
    ?


    4. Kıt'anın Manası:

    Batı çelik zırhlı bir duvar misâli bütün âfâkı doldurmuş üstümüze geliyor.

    Püfff! Bunda telaş edecek ne var ki? Çünkü bu vahşi saldırılara karşı
    benim öylesine güçlü ve emin bir sığınağım var ki bunu, Batı âleminin
    hafsalası dahi almaz. Bu sığınak, bu serhad iman dolu göğsümdür.

    Medeniyyet denilen sahte, yalancı, vahşi, saldırgan ama gerçekte güçsüz
    canavar, ulusun dursun. Sonu yaklaşmış olan bu canavar, Milletimin
    göğsündeki imanı boğmaya yetmeyeceği gibi, onun gebermesi Milletimin
    eliyle olacaktır.

    Bir San'at İnceliği

    Çoğu insanımız eski yazıyı bilmez... Eski yazıda (Osmanlıca yazıda) iki
    türlü "n" harfi vardır. Biri "nun" harfi ile yazılır, diğeri "kef (nazal
    n)" ile yazılır. Şair gerektiğinde "nun" kullanmış, gerektiğinde "kef
    (nazal n)" kullanmış. Bu kıt'anın üçüncü mısrasında geçen "ulusun"
    kelimesinin sonuna "nun" koymuş; emir verildiği zaman "nun" kullanılır.

    Sen görevlisin, sen hastasın gibi kelimelerde "kef" yani nazal n
    kullanılır. Burada ise (ulusun kelimesinde) "nun" kullanmıştır. Yani
    burada tevriye san'atı yoktur. Buradaki kelimenin sonuna "nun" koymak
    suretiyle: bırak o "ulumak fiilini işlesin" denmek istenmiştir.

    Bir Başka Açıdan

    Ulusun: Kelimenin kökü: hayvanlar için kullanılan -ulumak-fiilidir.
    İstilacı, sömürgeci, saldırgan, sahte "medeniyet" yaptığı vahşiliklerden
    canavara: Silahları ile çıkardığı seslerde hayvan ulumasına
    benzetilmiş. Zaten ulumak, boğmak ve canavar kelimeleri arasında
    uygunluk var.

    Okunuşu: "Ulusun" sözünü okurken, ayaklarımızın altında, ölmek üzere
    uluyan bir köpeğe hitab ediyormuş gibi küçük gören, aşağılayıcı,
    hakaretli bir sesle okunmalıdır.

    "Medeniyet": Rahmetli M. Âkif, şiirlerinde manasını, esas anlamından
    düşük gördüğü kelimeyi "tırnak" işareti içinde kullanmıştır. Burada,
    yukarıda arzettiğim sahte medeniyeti kasdettiği için böyle yazılmıştır.
    M. Âkif asla medeniyyete düşman değildi. Bilakis, geriliğin düşmanı idi.

    İlim ve çalışma tavsiye ediyordu. Körü körüne Avrupa hayranı olmayın, batının sadece ilmini tez elden alın diyordu.

    ****



    5- BEŞİNCİ KIT'A

    Ve bir sesleniş:

    Arkadaş! yurduma alçakları uğratma sakın;
    Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
    Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın...
    Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.


    5. Kıt'anın Manası:

    Arkadaş!

    Şehidler beldesi Yurduma, hain düşmanın girmesine fırsat verme. Sen
    düşmanı kovmak için gerekirse şehid olmayı göze alır, canını siper
    edersen, Allah vaadettiği zaferini sana verecek, Seni düşmanlarına galip
    getirecektir.

    Hem bu zafer günleri öylesine yakın ki... Kimbilir? Belki yarın, belki de ondan daha yakın bir zamanda o zaferi göreceksin.

    ****



    6- ALTINCI KIT'A

    Şair, bu kıt'ada vatan denen toprağın kutsallığını hatırlatır ve şöyle seslenir:

    Bastığın yerleri, "toprak!" diyerek geçme, tanı!
    Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
    Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır, atanı;
    Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.


    6. Kıt'anın manası:

    Bastığın yerleri toprak sanarak yürüyüp gitme. Bu toprağın altında bin
    yıldır bu beldeleri vatan yapmak ve vatanını savunmak için çarpışmış bu
    uğurda şehid olmuş sayısız insan yatıyor.

    Onların kimi senin baban, deden. Soy kütüğünden geriye doğru gidersen
    hiç şüphen olmasın, bu topraklar altında hem de çok yakınlarının şehid
    olarak yattığını göreceksin.

    Bu toprakları ataların gibi koruyamazsan yazık olur. Hem onları da üzmüş olursun.

    Bütün dünyaları alsan dahi bu Cennet vatanı, veremezsin; vermemelisin.

    Bir Başka Açıdan...

    Şehid: Dini, vatanı, milleti ve namusu için savaşarak veya vazife
    başında canını veren (ölen) müslüman. Askerlikte en yüksek mertebe
    şehidliktir.

    Dünyada Türk Milleti kadar vatanı için şehid veren başka bir Millet
    yoktur. Vatanımızın her karış toprağı şehidlik olduğu gibi, Vatanımızın
    dışında da 42 yerde Türk Şehidliği vardır.

    M.Âkif, -Çanakkale Şehidlerine- şiirinde Şehid'e manevi türbe kurmuştur.
    Tarihe sığdıramamış, bu taşındır diyerek kâbeyi başına dikmiş, mor
    bulutları türbesine tavan diye çatmış, Yedi Kandilli Süreyya'yı uzatmış;
    tüllenen mağribi akşamları yarasına sarmış ve:

    – Yine birşey yapabildim diyemem hatırana.

    Ey şehid oğlu şehid! İsteme benden makber

    Sana ağucunu açmış duruyor Peygamber, diyerek Şehid'in büyüklüğünü anlatmıştır.

    ****


    7- YEDİNCİ KIT'A

    Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
    Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
    Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hüdâ
    Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.


    7. Kıt'anın Manası:

    Bu Cennet Vatanın uğrunda nice canlar şehid oldu. Toprağın altı öylesine
    şehid doludur ki, eğer mümkün olsa da toprağı sıksan her taraftan
    şehidler fışkıracak.

    Yarabbi! Canımı, sevdiklerimi, bütün varımı al; Fakat benim vatanımı elimden alma. Beni vatanımdan ayrı koyma.

    Bir Güzel Tesbit:

    Hiç birşeyim olmasa da vatanımın toprağında yatmak bana yeter. (Bu
    mısralar Oğuz Han'ı hatırlatır. Oğuz Han, düşmanlarının isteğine göre
    atını, silahını, en yakınlarını verir. Ama iş çorak bir toprak, vatan
    parçasına gelince vermez. Türklerle, Çinliler harp eder ve Türkler Çin
    ülkesini baştan başa zaptederler).

    ****


    8- SEKİZİNCİ KIT'A

    Bir hatırlatma! Bu kıt'a okunurken bağrılmaz. Öyle ya; bize şah
    damarımızdan daha yakın Allah'a dua edilirken nasıl bağrılır? Burada bir
    yalvarma, bir istek var. Bu da yumuşak, titrek, hafif bir sesle,
    yalvarırcasına, gözyaşları içerisinde, O yüce Yaratıcı ile
    fısıldaşıyormuş gibi:

    Rûhumun senden İlahi şudur ancak emeli:
    Değmesin ma'bedimin göğsüne nâ-mahrem eli;
    Bu ezanlar ki şehâdetleri dînin temeli
    Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.


    8. Kıt'anın Manası:

    Yarabbi! Bizler vatanımız için ölüyoruz; Senden son dileğimiz vatanıma
    düşman girmesin. Mabedime pis elini değip, pis ayağıyla basmasın.
    Şehadetleri dinimin temeli olan bu ezanlar, benim vatanımın üstünde
    senin adını yükseltsin.

    (Dinin temeli olan kelime-i şehadet ezan içerisinde geçmektedir.)

    Bir Başka Açıdan…

    Bitişikteki Taceddin Camii'nde ve diğer camilerde hazin hazin sabah ezanı okunmaktadır. Bu ezanlar susacak mıdır?

    M.Âkif, Yüce Allah'a ellerini açarak milletinin ağzından, bütün vücudu titreyerek niyazda bulunuyor.

    Bütün Milletin, Mehmetçiğin tek arzusu kendileri şehid de olsalar; yeter
    ki vatana düşman girmesin, ma'bedlerimizin göğsüne onların kirli elleri
    ve ayakları değmesin. Türk Müslümandır. Dünyaya gelen Türk'ün ilk
    kulağına giren ses, Ezan sesidir. Ezandan sonra kulağına adı söylenir.
    Türklüğün ve Müslümanlığın damgasını taşıyan güzel Camilerimizdeki zarif
    minarelerden günde beş defa yükselen ezan sesleri Cenab-ı Allah'a
    ulaşır.

    ****



    9- DOKUZUNCU KIT'A

    O An...

    Dualar sanki kabul olmuştur. Memleket kurtulmuştur. İstiklâl ve hürriyet
    yeniden gelmiştir ve sanki o an yaşanır, onun hazzı içerisinde de
    dokuzuncu dörtlük seslendirilir; sanki kabul olmuş gibi; memleket ve
    millet kurtulmuş gibi...

    O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım;
    Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,
    Fışkırır rûh-i mücerred gibi yerden na'şım!
    O zaman yükselerek Arş'a değer, belki, başım.


    9. Kıt'anın Manası:

    Yarabbi! Vatanım ve senin dinin uğrunda canlarını veren biz şehidlerin son dileklerini kabul buyur.

    Bu dileğim vatanımın hür, Milletimin mü'min kalmasıdır. Bu dileğimi
    kabul edersen, işte o zaman eğer başıma dikilmiş bir mezar taşım varsa o
    bile sevinçten secdeye kapanır. Sevinç gözyaşlarım, savaşırken,
    döğüşürken aldığım yaralardan boşanır. Ve yine o zaman benim ruhum
    yerden yükselerek şehidler makamına gönül huzuruyla gidebilecektir.


    10- ONUNCU KIT'A

    Şair bir önceki kıt'ada "arşa değer belki" derken "belki" kelimesini,
    "eğer layıksan" anlamında kullanmaktadır. Başım arşa değmeye layıksa ben
    oraya yükselirim.

    Son beşlik huzur içinde, mutluluk içinde, saadet içinde ve fakat akla
    gelen bir kötü ihtimal de hesaba katılarak tamamlanıyor. Artık istiklâl
    hak edilmiştir. Onun için şair şöyle seslenir.

    Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
    Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
    Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
    Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
    Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl.


    10. Kıt'anın Manası:

    Ey benim, şanlı Bayrağım! Artık sen de sabah şafakları gibi dalgalan.
    Artık senin uğrunda dökülen kanlarımızın hepsi de sana helal olsun.

    Ebediyyen sana ve milletime esaret yoktur. Bugüne kadar nasıl hür
    yaşadınsa, bundan sonra da hür yaşayacaksın. Hür yaşamak senin
    hakkındır.

    Artık Allah'a tapan milletim için de İstiklâl hak edilmiş ve kazanılmıştır.

    Bir Başka Açıdan...

    Şubat 1921'de, İstiklâl Marşı'mızın yazıldığı günlerde, Yurdumuz düşman
    işgali altında inlemektedir. Kuvvetlerimizin üç misli silaha ve
    imkânlara sahip olan Yunan kuvvetleri Ankara'ya doğru yürümekte;
    Polatlı'dan düşmanın top sesleri duyulmaktadır. Meclis'in Kayseri'ye
    nakli düşünülmektedir.(10 Ocak 1921) I. İnönü Harbi başlayalı beş hafta
    olmuştur. Büyük taarruza ve Yunan'ın denize dökülmesine 18 ay ve 18 gün
    vardır. Ama bu kadar zaman önce ve bu kadar zor ve ümitsiz bir durumda;
    M. Âkif, son kıt'ada Millî Mücadele'nin kazanılacağını, kesin zaferin
    -Ebedî İstiklâl'in müjdesini verir. Artık ikinci kıtadaki gibi hilal
    çehresini, kaşını çatmıyor, naz etmiyor. Zafer kazanılmış- şanlı hilal-
    olmuştur. 1. Kıt'adaki karanlığı haber veren şafağın yerine aydınlık
    güzel günleri haber veren gittikçe aydınlanan, huzurlu Sabah Şafağında,
    hür ufuklarda şanlı hilal ebediyyen dalgalanmaktadır. Artık milletimizin
    sevgilisi Bayrağı, güldüğüne göre (7. mısrada helal olmaz dediğimiz
    kanımızı) onun için döktüğümüz kanları da helal ediyoruz. Bayrağımız ve
    milletimiz, ezelden beri olduğu gibi, ebediyete kadar birbirinden
    ayrılmayacak ve yok olmayacaktır.

    Tarih boyunca olduğu gibi bu defa da kahraman milletimiz yüce Allah'a
    olan iman ve ümidiyle mücadele etmiştir. O'nun adıyla canını vermiştir.
    Ezanları susturmamıştır. O halde Yüce Allah'tan Kur'an'ı Kerim'de
    vaadettiği zaferleri ve İstiklâl'i hak etmiştir. Bayrağımızın ebediyen
    hür dalgalanmak hakkıdır. Yüce Allah'a iman eden milletimizin de
    İstiklâl ebediyyen hakkıdır.

      Forum Saati Ptsi Mayıs 06, 2024 2:06 pm